TARİHÇEMİZ

Selendi, bugün hala ilçeye ait bulunan Karaselendi Köyü harabelerinin üstüne kurulmuştur. Tarih boyunca istilalara uğramış birçok devletin hâkimiyeti altına girmiş Selendi, adını Lidyalılara ait “Slendos” şehrinden almış ve 13. Yüzyılın sonlarına kadar bu isimle anılmıştır.

           

Bu ilçenin tarihinin M.Ö. 7. yüzyıla kadarki kısmı çok fazla bilinmemekle beraber Manisa’nın tarihiyle birlikte ele alındığında; bu tarihlerde Lidyalılar’ın başkenti Sart’a bağlı olduğu düşünülmektedir. Bugün Karaselendi ve yine ilçenin bir köyü olan Çinan yakınlarında Lidyalılara ait madeni paralar bulunmuştur.

 

M.Ö. 546’da Perslerin saldırısına uğrayan Selendi, Lidyalıların elinden çıkmış ve iki asırdan fazla Perslerin hâkimiyeti altında kalmıştır.

 

M.Ö. 332 yılında Makedon kralı İskender’in doğuya yaptığı sefer sırasında Pers imparatorluğuna son vermesiyle şehir bu kez de Makedon devleti’nin hâkimiyeti altına girmiştir.

 

Makedonya’nın Anadolu hâkimiyetinin son bulmasıyla, Slendos M.Ö. 3. Yüzyıldan itibaren Bizans hâkimiyeti altına girmiş ve 1073 yılına kadar, Bizans’ın hakimiyeti altında kalmıştır. Bugün ilçenin bir köyü olan Dedeler köyü ve ilçenin bilinen tek dağı olan Yağcı Dağı’nın batı kısmında Bizans Dönemi kalıntılarına rastlanmaktadır.

 

1015 yılında Büyük Selçuklu Devleti’nde Çağrı Bey’in başlatmış olduğu Anadolu akınları sonrasında Türk komutanları, Anadolu’da beylikler kurmuşlardır. Bunlardan, Türk denizciliğini başlatan Çaka Bey, 1081–1093 yılları arasında İzmir ve çevresinde faaliyet göstermiş; böylece Demirci, Gediz, Simav, Kula ve Selendi’nin olduğu bölge de ilk kez Türklerin hâkimiyeti altına girmiştir. Kısa süreli bu hâkimiyet döneminden sonra, Selendi tekrar Bizanslıların eline geçmiştir.

 

1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ile Moğollar arasında yapılan Kösedağ savaşıyla Anadolu, Moğollar tarafından istila edilmiş, Anadolu’da beylikler dönemi başlamıştır. Bu beyliklerden Kütahya ve çevresine hâkim olan Germiyanoğulları 1282 yılında Selendi’yi Bizanslılardan almıştır. Bugün Manisa’nın bir ilçesi olan Kula, 14. yüzyılın ikinci yarısında Germiyanoğulları’nın merkezi olmuş Selendi’de bu şehre bağlanmıştır.

 

Osmanlı Devleti Yıldırım Beyazıt döneminde Batı Anadolu’da beylikler dönemine son vermiş, Germiyanoğulları toprakları da çeyiz yoluyla Osmanlı devleti hâkimiyeti altına girmiştir. Yıldırım Beyazıt Kütahya merkez olmak üzere Anadolu Beylerbeyliğini kurmuş Selendi’de böylece Simav ve Kula ile birlikte Osmanlı Devleti hâkimiyeti altına girmiştir. Ankara savaşından sonra kısa bir süreliğine Osmanlı hâkimiyetinden çıkan Selendi 1429 yılında tekrar Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır.

 

Selendi, 1778 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin bir kazası iken; bu tarihten sonra kulaya bağlı bir nahiye olmuştur. Hicri 1312(1896) Aydın Salnamesine göre: Selendi, Kuzeyinde Bursa, Doğusunda Eşme, Batısında Demirci ve Gördes, Güneyinde ise Kula ile komşu olup; 20 adet köye sahip bir nahiyedir. Nahiyenin nüfusu 5104(sadece erkek nüfusu) ve hane sayısı 1144’tür. Merkez nahiyenin ise nüfusu 893, hane sayısı 182’dir.

 

1914–1918 yılları arasında yaşanan I. Dünya savaşında Osmanlı Devleti büyük bir yıkım yaşamış ve Toprakları itilaf Devletleri tarafından paylaşılmıştır. Mondros Mütarekesinden hemen sonra Yunanlılar Batı Anadolu topraklarını işgale başlamıştır. Yunan işgali yerel direnişi başlatmış, Yunanlılara karşı Demirci kaymakamı İbrahim Ethem komutasında oluşturulan Kuva-i Milliye birliklerine, Selendi İhsan Oğlu Mehmet Efe komutasındaki müfreze birlikleriyle katılmış ve Bu birlikler düşmanı bir hayli yavaşlatmıştır.(Ege’nin tamamını talan eden Yunun Birlikleri sadece Selendi ve Kula’ya zarar verememiştir.) Düzenli ordunun kurulmasıyla beraber de ilçe 3 Eylül 1922 yılında düşman işgalinden kurtulmuştur.

 

Yeni Türkiye Devleti’nin kurulmasıyla, Kula ilçesine bağlı bir Nahiye olarak kalmaya devam eden Selendi, 1954 yılında merkeze uzaklığı da göz önünde bulundurularak ilçe yapılmıştır.

 

Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem, Demirci Akıncıları adlı kitabında Kurtuluş Savaşı Yıllarını anlatırken Selendi ile beraber mücadele yapıldığını ve düşmana birlikte karşı konulduğunu,düşmana karşı oluşturulan müfreze birliğinin aynı olduğunu anlamaktayız. Bu nedenle Kurtuluş Savaşında Tüm yurtta olduğu gibi Selendi ve civarında da erkeklerin bir çoğu Yurdumuzun çeşitli cephelerinde savaşmak üzere askere çağrılmıştır.

 

Kimisi Çanakkale,Suriye,Yemen,Kafkas,Doğu cephesine giderken, kimiler de yani geride kalanlar istila etmiş olan Düşman birliklerine karşı küçük müfrezeler ve birlikler oluşturularak mücadele etmişlerdir. Bu mücadeleler sırasında geride kalan erkeklerin bir kısmı halka kötü niyetle yaklaşarak talan etme teşebüssünde bulunmuş ve halkın nefretini kazanmıştır. Hatta o günleri yaşamış görmüş olanlar bu durumu daha şiddetli ve hiddetli olarak yapılanları anlatmaktadırlar. Yani halk hem yerli ve hem de yabancı düşmanla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Demirci Akıncıları adlı kitabın ilgili bölümlerinde Selendi’yi ilgilendiren kısımlarından alıntılar yapılarak Selendi ve civarında oluşturulan düşmanla mücadele birliklerinin gayretleri ve çabalarını okuyacaksınız. Tarih sırasına göre bunları ele alırken parenrez içinde yazılanların bir kısmı bu günün diliyle anlaşılması için yazılmıştır.

 

Garp Cephesi Kumandanlığına Dahiliye Vekaleti Celilesine Denizli, Ayfon Mutasarruflarıyla Kumandanlıklarına

 

Numara Fevkalede 18

 

20 Şubat 338(1921)tarihli mufassal rapora zeyildir.

 

Madde:8

 

Kınık Muharebesi:

Bakırlı Mustafa müfrezesiyle Gelenbenin Kınık Karyesinde Düşman arasında vaki olan muharebede düşmandan üç maktul ve yedi mecruh vardır. Tarafımızdan bir şehit ile müfrezenin hayvanları zayi olmuştur.

 

Selendi’nin Çardağ Müsademesi

 

Madde 9:Kulalı Mehmet Efe Müfrezesiyle bir düşman kuvveti arasında ve Selendi’nin Garb-i cenubisindeki (güney-batısı)Kınık damlarında şiddetli bir müsademe olmuş ve düşman perişan edilerek 9 maktul ve pek çok mecruh verdirilmiştir.(31 Mart 338-1921 Memalik-i meşgulede Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem)

 

Müfreze Kumandanlarına

 

Numara 20:

 

Madde 1

 

Düşmanın bu son büyük harekatı lehülhamt muvaffakiyetinizle neticelenmiş ve düşman tasavvur ettiği gibi müfrezeleri imhaya muvaffak olamadan defolup gitmiştir. Verdiğimiz zayiat:

 

Halil Efenin ailesi Makbule Hanım ,Kel kadir ailesi ve 5 aylık çocuğu Pehlivanın kayın biraderi Çavuş Kargılı Şerif,Tekirdağlı Hüseyin Çavuş,Gedizli Rıza şehit,Emet Kaymakamı Besim Bey,Gedizli Kadir ,Sındırgılı Kamil esir olmuşlardır.(31 Mart338 1921Kaymakam İbrahim Ethem)

 

Kula Arazisinde

2.4.338-1921 Pazar sabahleyin Köylüceden hareket ve pek fakir olan Ahmetlerden geçerek saat 9 da Çordağ’a (Çarta)ve yemek yedikten ve bir parça istirahat ettikten sonra akşam üzeri Kula’nın Kayran Damlarına gelerek Mehmet Efe’ye haber gönderildi. 

 

3.4.338-1921 Pazartesi:Burada Selendi’li Mehmet Ağa ile görüşüldü. Ve bir düşman kolunun Yenişehir karyesinde Selendi istikametine geldiği anlaşıldı. Düşmanın hareket ve vaziyetine ve Mehmet Efe’nin Vüruduna intizaren Yenice köyüne geldik.

 

Bu gün düşmanın Selendi’ye bir saat mesafedeki Kınık damlarını yaktığı görüldü. Bunun sebebi de bir kaç gün evvel orada Kula müfrezesiyle müsademe etmiştir. Bu düşmana darbe vurulmaması ve gözümüzün önünde damları yakması bize fevkalede tesir etmiş ise de Mehmet Efe’nin gelmemesi bizi intizar ve sukuta mecbur ediyordu.

 

Yanlış bir müsademe:

 

Gece saat 5’te silah patlamaya başladı. Henüz yatmış idim. Derhal kalktım,Pehlivan ağa ile köy civarındaki taşlığı tuttuk. Yabacı bir muhitte olduğumuzdan ihtiyatlı davranmaya mecburduk. Bilahare atmayın !.Atmayın!...Diye sesler gelmeye başladı. Kula’lı Mehmet Efe müfrezesi olduğu ve nöbetçiler tarafından silah atıldığı anlaşıldı. Bunun üzerine artık uyuyamamış ve 4-5 aydan beri bizden ayrılan bu müfrezenin verdiği izahatı dinlemekle vakit geçirmişti.

  

Dedeş Damlarında Hamit Bey ile Orduya Rapor: 

 

Sabahleyin bütün müfrezeler erkenden hareket ve 15 haneden ibaret olan Kazıklı Karyesinde bir parça istirahattan sonra saat 9 da Dedeş Damlarına gelerek burada Mehmet Efe’ye misafir olduk.3-4 Damdan ibaret olan bu damlarda Mehmet Efe’nin Validesi ve biraderleri oturuyordu.

 

6.4.338-1921 Perşembe :Hacı Veli ve Mehmet Efe Selendi’ye,biz de Pehlivan ağayla beraber orduya gönderilmek üzere Kula’lı Hacı Anastasoğlu’nun Çiftliğinden geçerek Ali Zeybek’in kızanlarının çadırına gitmiş ve Eşme’nin Mıdıklı Karyesindeki Hamit Bey’e adem-i mahsus gönderilmişti. Mehmet Efe müfrezesi bu adamı istemiyor ve ona Yunan casusu nazarıyla bakıyor,sebebi de bunun bir parça uyanık olması ve efradın fazla taşkınlıklarına da set çekmek istemesidir. Mamafih Yunanlılarla iyi geçinmek için mümaşart yapmakta olduğunu inkar etmiyordu. Bittabi kendisine vaziyeti ve netayiç-i vehimesini anlattım. Bütün mesuliyeti üzerine alarak raporları göndereceğini vaadetti.

 

Cuma günü de burada geçti. Ali Zeybek’in kızanlarının ahval ve harekatı beni hiç bir suretle tatmin etmiyor,kendilerinde şekavet vaziyeti hissediliyordu. Bunun için oldukça tehdit-amiz nesayihte bulundum. Saat altı buçukta burada hareket ve oldukça düz bir arazide kain ve 40-50 haneden ibaret Kürkçü Karyesine sekiz buçukta geldik.  

 

Bu köy bu civarın en iyi bir köyü,kiremitli evler ,temiz insanlar görülmektedir. Hüseyin Efendi namında tabiat sahibi iyi bir adamın muntazam evinde misafir kaldık. Burada yerli Rumlardan mürekkep bir düşman kolunun Serke’ye(Sirke) gittiği haber alındığından derhal keşif kolları tahrik edilmiş ise de düşmanın ricat ettiği anlaşıldı. 

 

8.4.338-1921 Cumartesi:Sabahleyin Kürkçüden hareket ve Dilek(Dilik) oğlu’nun çiftliğinde askerlerin bir kısmını bırakarak yine Dedeş damlarına geldik. Burada iken Hamit Bey den gelen parolalı bir mektupta raporu 20 gün zarfında oruya irsal ve cevabına getirileceği bildiriliyordu ki fevkalede memnuniyetine mucip oldu.

 

SELENDİ de MÜFREZELERE NASİHAT

9.4.338-1921 Pazar:saat üç buçukta Dedeş Damlarından Hareket ve Alaca Maşatlı nam mahalde Selendi’li Mustafa Bey-zade,Kamil Bey’in nezdinde bir kahve içtikten sonra saat 7 de Selendi’ye Mufasalat ettik. Selendi bir çayın kenarında kaim ve 300 haneye karip eski bir nahiye merkezidir. Arazisi münbit ise de Ahalisi birbirinin aleyhindedir gibi sözler söylenmiştir.Fakat durum böyle değildi..Çevrede katışıksız ve saf yerleşik yörük halkı sadece bu civarda Selendi de vardır.Bir yerde iyi kötü her insan bulunur.Selendi’nin insanı oldukça misafirperver ve yardımseverdir.Burada bir gece kalmış ve Mehmet Efe bütün Selendi eşrafının huzurunda bir parça tekdir edildi. Zira gezdiğim bu mıntıkada hafiyyen icra eylediğim tahkikatta bu müfrezenin ahaliye karşı fazla tazyikatta bulunduğu ve ahalinin iğbirarını celb ettiğini hissettim. Halbuki müfrezeler kendi hayatı noktasından daima kendisini sevdirmeye ve efkar-ı umimiyeyi kazanmaya mecburdur.

 

Bu müfrezenin zulmünden bazı erbab-ı namus o dereceye varmışlardı ki düşmana teşrik-i mesai etmek mıkabil bir teşkilatta imhalarına teşebbüs etmak istiyorlardı. İşte bu gibi gayr-ı milli harekata mani olmak ve müfrezeyi de tahrik-i hidayete sokmak için Mehmet Efe’ye ne kadar fazla çekişşem bittabi o kadar yerinde idi. Her kimsenin kalbini kırmamak,incitmemek,ahass-ı amalim ise de bu mesele vatanın selametine matuf olduğundan bir parça şiddetli davrandım. Ve ihtimal ki kendilerini gücendirdim .Mamafih öyle zannediyorum ki bilahare bundan dolayı bana teşekkür edeceklerdir. 

 

10.4.338-1921 Pazartesi:Saat iki buçukta Selendi’den hareketle Çortak civarına muvasalat edilmiş ise de Sarı Mehmet müfrezesinden Hacı Musa namında birisini Çıkrıkçı civarında 4 şahsı-Meçhul tarafından soyulduğu ihbar edildiğinden failler teşhis edilmek üzere orada bulanan ailesi emine alınarak Çıkrıkçı istikametine müteveccih hareket olunmuş ve soyuldukları mahaller taharri edilerek fevkalade yağmur yağdığı halde saat 10’da Demirci’nin Çıkrıkçı karyesine geldik. Faiillerin Simavlı Yusuf ve Rıza ile Çam köyünden Çoban Mehmet ve Refiki olduğu Çıkrıkçı’da yapılan tahkikatten anlaşıldı.

 

FEDAKAR ALTIPARMAK MUSTAFA

 

Soyulan Hacı Mustafa’nın kayın pederi Gördes’in Kuyu Boğazı’ndan Altı parmak Mustafa namında bir yörük olup,Yunanlılar tarafından Şehit edilmişti. Sebeb-i Şehadeti çete yatağı olmasıdır. 

 

Çıkrıkçı dan saat 6 da hareket ettikten ve Tavak’ta bir parça ekmek yedikten sonra Yağcıya gelmiş ve burada bir gece kalarak Mehmet Efe’ye tenbihat’ı katiye ve talimat-ı mufassal verilerek o’ndan ayrılınmış,Ahmetlerden geçerek taşokçular’a gelinmiş ufak ve fakat misafirperver köy olan burada bir gece istirahat edilmiştir. 

 

Halil Efe:-Usturancalı olup genç ve haddi-dül mizaç idi. Gediz harbinde şehit olan Necip’in biraderidir. Kuva-yi Seyyare zamanındaki Ahlak ve ahval-i ruhuyesini bilmiyorum. Fakat dahilde kaldığı müddetçe gayet mertçe harp etmiştir. 

 

Selendi Muharebesine gitmek arzu etmedi. Bir hafta evvel söylediği bu sözün derhal tahakkuk etmesi şayan-ı hayret değil mi?Ne tuhaf tesadüf değil mi ki 17 martta Zevcesi Makbule Hanım şehit olduğu halde 17 Mayıs ta Kendisi Rütbe-i Şehadeti ihraz ediyordu. Cenazesine 8 saat hayvanlarda taşıdıktan sonra Demirci arazisi dahilinde tenha ve cesim olan Yağcı Dağında ve bütün arkadaşların göz yaşları müvacehesinde ve kayalar içinde defneyledik. Yalnız taşlardan oluşan kabir taşları üzerine kurşun kalemi ile Recai- zade ve Hamit’in şu beyitlerini yazdım: 

 

Ey zair-i itibar-perver 

 

yalnızlığı hoş-nüma değil mi. 

 

Kimine mağlup ikbal-i duş-i aduv 

 

halkı bin affetten halas edene 

 

Benim de kabrim orada yazılsın. 

 

Seyr et ne güzel durur şu makber 

 

Ya sadeliği değil mi dilber. 

 

Vurduğun nefer değil bir ordu! 

 

Ne cesaretle vurdun hain deni? 

 

Beni de vur o’nun yanına gönder 

 

Evet ziyarete geldim sizin makamınızı 

 

Emin ol alırım bir gün intikamınızı.

 

 

Halil Efe’nin ziyareti beni Fevkalede müteessir etmişti. O gece ne yemek yedim ve ne de söz söyleyebildim. Düşünüyordum. Acaba kıymetli arkadaşlara hep böyle mi dağlarda gömeceğiz. Bu fedakar ve kıymetli vucutlar böyle kanlı elbiseleriyle taşlar arasında mı yatacak? 

 

Gömdüğümüz yeri başkalarına göstermek de tehlikeli idi .Çünkü düşmanın bilahare başını kesip teşhir etmesi ihtimali vardı. O’nun için bir kaç kişiden maada Halil Efe’nin gömüldüğü yeri kimse bilmiyordu. Gönül isterdi ki. Yek diğerine pek ziyade alaka ve muhabbetleri olan zevcesi makbule Hanım ile beraber kabirler yanyan olsun ve semt-i kabirlerinde : 

 

Ben şehit olmadan aşkımla mezarım kazayım.

 

Taşımı gözlerimin kanlı yaşıyla yazayım. 

 

Sen oldun cevrine en dil-şiken mahzun ben mahzun 

 

Felek gülsün sevinsin işte sen mahzun ben mahzun. 

 

Ölürsem görmeden millete ümit ettiğim feyzi 

 

Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun ben mahzun. 

 

Beyitleri,menakıbleri yazılarak ve ahfadın nazar-ı dikkatleri celbedilerek kendilerine birer fatiha olsun temin edimiş bulunsun ve: 

 

Muhtaç değil bana bu devran 

 

Millet de eder egerçi nisyan 

 

Olmasın ne çare ki vaziyetimiz buna müsait değil di. 


 

Zavallı Halil Efe her zaman bana soruyordu. Kaymakam bey acaba bu gavurun bu vatandan gittiğini görecek miyiz. Bana öyle geliyor ki biz bunu göremeyeceğiz. Allah bilir ama benim kalbimde böyle donuyor. Bir çok defalar tekrar ettiği bu sözünde bir hiss-ikable’lvukumuvardı? Belki evet belki hayır. Yalnız biz akıncılar en kuvvetli,en hamiyetli,azimli,vefakar bir elamanımızı mühim bir uzvumuzu kaybetmiştik. Binanenaleyh ne kadar müteessir olsak yeri vardır. 

 

18 Mayıs 1338-1921 Cumartesi:günü Tavak Yaylasında bütün müfrezelerle birleştikten sonra Mehmet Efe Kula Mıntıkasına,ve biz de Ferdası Cuma günü Demirci’nin Gümeçler ,Kübeler,Kargınlar’a uğrayarak akşam üzeri Ana gedikteki Kargın Işıklar Yaylasına geldik ve bu gece burada şiddetli bir soğuğa maruz kaldık. 

 

Buraya kadar anlatılanlar Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem’le birlikte geçrilen günler olduğundan aradaki boşluklar Selendi ve civarını kumanda eden Mehmet Efe’nin ve Selendi halkından yaşamış olanlardan dinlenecektir. Aşağıdaki tarihler yine İbrahim Ethem ile bereber olunan günlerin kaleme alınmış bölümleridir. 

 

11 AĞUSTOS 1921 Perşembe günü o civardaki Hacı İbrahim Deresinde vakit geçirilmiş susuzluktan pek ziyade zahmet çekilmişti. Mevcut dere bir bataklıktan ibaret olduğundan hayvanların değil efradın bile bir çoğunun boğazına sülük kaçmıştı. Bu gece yine gece harekatına başlanarak Kula’nın Davala Şehitli oğlu çiftliğinden geçerek 12.8.1921 Cuma günü sabah ( Selendi’nin Karşısındaki) Çarta Dağı’na geldik. 

 

13.AĞUSTOS 1921 Cumartesi burada Kemal ve İsmet Bey’in Kürkçü de olduğunu ve düşmanında o gün Selendi’ye geldiğini anladık. Çamlık olan bu dağlarda katiyen su yoktur. Civarda bu dağın adı Cehennem Dağı olarak bilinmektedir. Oradan gece hareket ve Çardağ,Sarı hasan damları,Şehitli oğlu damları geçildikten sonra Kula’nın-Selendi nahiyesi Yenice Harman yerine gece saat 5 ‘te gelinerek orada yatıldı. Burada tuhaf bir vakanın şahidi oldum. Sivrisinek çok olduğundan uyuyamamış bir nöbetçinin yanına giderek orada bulduğun bir düven tahtasının üstüne yatmıştım. Bir parça uyuduktan sonra yoldan insanların geçtiğini duydum ve kalktım. Nöbette eski evdaddan kalkan delenli Faris Ağa var idi. Yoldan birçok köylü geçiyor ve “ Sabahlar Hayır Olsun!” diyorlardı. Faris Ağa gülüyor ve kızıyordu. Bana dedi ki; 

 

-Herifler bizi gavur zannediyor. Çorbacı derlerse o zaman kendilerine söyleyeceğim. Son kafile de geçiyordu. Yine de sabahlar hayır olsun dostum, demesinler mi? Bizim Faris Ağa kızdı. Heriflerle çekişmeye başladı. Bi tabi fena halde bozuldular. Fakat çok durmaya vakit olmadığından ve namaz vakti geldiğinden geçtiler gittiler. Meğer o gün bayram imiş, bizim haberimiz yok.

 

YAĞCI DAĞINDA SON VE KATİ MÜCADEHE KARARI VE AKINCILAR YEMİNİ VE İLK KURBAN 

 

Hemen efradı “ At başına!” Yapmış isek de köye gidinceye kadar namaz vakti geçtiğinden bayram namazı kılınamamış ve yalnız köylülerle bayramlaşılmıştı. Bayram olması münasebetiyle bu köyde akşama kadar oturarak akşam üzeri Demirci ‘nin Yağcı Dağındaki Tavak yaylalarına çekildik. Burada müfreze kumandanlarıyla görüşerek askerlerin tasfiye etmeyi düşünüyordum. Ve esasen en ziyade bu tavsiye maksadıyla müfrezeyi ikiye ayırmıştım. Çünkü nizamiye müfreze kumandanları efradı eskisi gibi sıkı bir inzibata almak istiyor, tazyik ediyorlardı. Halbuki vaziyet buna müsait değildi. Zira firar başlamış ve şayanı itimat efrada bile tesir etmişti. Efradın noktayı nazar ve düşündükleri şu idi; 

 

-Ordu kalmamış düşman Ankara ‘yı almış artık bir ümit yok. Bizim kumandanlar kendi canlarını kurtarmak için bizi yanlarında tutuyor ve beyhude yere düşmana öldürtüyorlar. Zaten cephane yok, para yok, ekmek yok, sonra kefesin içindeki keklik gibi kıstık kaldık. Nasıl olsa gavur bizi tutacak ve hakaretle bizi öldürecektir. Onun için bir an evvel daha vukuat yapmadan ve kimseye görünmeden silahı saklamalı ve köye usulce gitmeli.

 

Diğer bazı cerbezeliler, uyanıklar da;

 

-Adam sen de burada yaşama imkanı yok, gitmeli gavur köylerinden, gavurcuklardan biraz para almalı ve tebdil-i kıyafetle öteye geçip başının çaresine bakmalı, böyle çetecilikle bu iş sökmez.

 

İşte bu sözleri yavaş yavaş işitiyordum bazı efrad da bunun tesiri neticesi firar etmişleri. Sarı Memed bu sebeple ayrılmış ve gitmişti. Bunun için yapılacak yalnız bir çare vardı. O da bu gibileri def ve tasfiye etmek. Zira kuvve-i maneviye si, fikri bozuk hedef ve gayesi olmayan insan kalabalığının faydası değil zararı vardır. Onun için kemiyetten ziyade keyfiyete ehemmiyet vermek zarureti görülüyordu. Pehlivan Halil Efe, Mehmed Efe, Hacı Veli Efelere fikrimi söyledim. Halil Efe derhal:

 

-Doğrudur, dedi Hatta ben gelirken bizim Mehmet Ali Çavuş’un da bu fikirde olduğunu bana bazı efrad söylediler dedi. 

 

Pehlivan Ağa da;

 

-Halil, üç günden beri Mehmed Ali efradı kaçırmak için propaganda yapıyor haberin yoktur zannederim, dedi.

 

Bunun üzerine dedim ki:

 

-Mehmed Ali Çavuş un silahı aldım ve def edelim ve hatta diğer şüphelendiğimiz efradı da terhis edelim, dedim.

Halil Efe,Mehmet Ali Çavuş meselesine Fevkalade canı sıkılmış olduğundan müfrezesini topladı ve tahkikata başladı.

 

Neticede Mehmet Ali çavuşun hakikaten müşevvik ve hain olduğu tahakkuk ettiğinden derhal idam edildi. Bittabi bu idam ve ilk kurban etrafa oldukça tesir etti. Bu üzerine efradı topladık. Dedim ki:

 

-Ey arkadaşlar;sizinle burada,yağcı Dağı’nın bu sakin ve tenha yaylasında açıkça görüşelim. Ve dertleşelim. Pek ala biliyorsunuz ki düşmanın Uşak tan taarruzu üzerine yeni 12 Temmuz 1921 tarihinden beri muhasaradayız.10 günden beri de dağdayız. Ekmek ,su bulamıyor hayvanlarla beraber aç kalıyoruz. Ve bir çok zahmetler çekiyoruz. Şimdiye kadar resmi bir memur ve fakat hakiki ve samimi bir arkadaş gibi sizinle berber bulundum. Bir çok müsademeler yaptık. Çok arkadaş kaybettik. Müşkülata maruz kaldık. Ve hala da kalıyoruz. Acaba ne için;?Vatan ve din için değil mi?Evet vatanımız dinimiz,milletimiz için...Pek ala ne yaptık?Kurtarabildik mi?Hayır....Öyleyse daha çalışacağız demektir. Fakat ne zamana kadar bunu cenab-ı hak bilir. Bence ölünceye kadar çalışmaya mecburuz. 

 

Yalnız şimdi bir mesele vardır. Bazı arkadaşlarımın vücudu zayıf ,bazılarının başka mazeretleri olabilir. Bunlar dağlara gezmeye karda yağmurda yatmaya,aç susuz kalmaya dayan amalar,ölürler. İşte bu arkadaşları ben serbest bırakacağım. Onlar düşünsünler ve gitmek isteyenler varsa silah ve cephanelerini bırakarak memleketlerine gitsinler. Bunlara bir şey söylemeye darılmaya hakkımız yoktur. Çünkü bunlar belki yarın düşman eline düşerler de bize daha da fenalık yaparlar. Bizim yerimizi,yolumuzu,yuvamızı,maksadımızı anlamadan gitmeleri münasiptir. Ve katiyen gücenmem. 

 

Gitmek istemeyen arkadaşlara gelince madem ki dahilde kaldık. Artık yalnız bir şey düşüneceğiz. O da gavur öldürmek. Vatanı kurtarmak!...Bizim başka düşüncemiz anamız,babamız,karımız,çocuğumuz,olmayacaktır. Binaneleyh ben kendim şahsım itibariyle ordu Sivas’a ,Erzurum’a çekilse bile gitmeyeceğim. Burada düşmanla uğraşacağım. Ve düşmanı denize dökünceye kadar çalışacağım. Ve hiç bir zaman düşmana teslim olmayacağım. Yani;

 

Garbın cebin zalimi,affetmedim seni

 

Türk’üm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi

 

Diye büyük bir adamın sözünü tutacağım. Ve bana arkadaşlık yapmak isteyenlerin benim ile beraber dağlarda kalacakları,ayrılmalarını ve söz vermelerini rica edeceğim:Var mı?

 

-Var... var... var...... sesleri ve bu meyanda Pehlivan Ağanın:

 

-Ben ne orduya giderim ,ne de gavura teslim olurum. Dağlar kralıyım.

 

Halil Efe’nini:

 

-Ben 100 sene dağda gezerim ve şehit kardeşim Necip’in bol bol kanını alırım.

 

Hacı Veli ve Mehmet Efe’nin de:

 

-Biz erkek oğlu erkeğiz. Gavura teslim olmayız. Diye gür seslerini işitiyordum. Bunun üzerine jandarmalara dedim ki:

 

-Jandarmalar şimdi serbestsiniz. İsteyenler köylerine,isteyenler benim ile beraber dağa gelebilirler. Köylerine gidecek olanlar silah ve cephanelerini,arkadaşlarına teslim etsinler.

 

Bu katı hitap karşısında herkesi umumi bir sukut kapladı. Fakat Pehlivan Ağanın:

 

-Be Hüseyin !Sen gitmek istiyordun,haydi oğlum git silah ve cephaneni Mehmet’e ver!....

 

Demesi üzerine gideceklere cesaret geldi. Ve tasfiye başladı. Bir saat zarfında gidecekler bir tarafa çekilmiş ve bizimle vedalaşmaya müheyya ve mahzun bir halde silahsız duruyorlardı. Derhal içlerine girdim ve dedim ki:

 

-Şimdiye kadar yaptığınız hizmete teşekkür olunur. Mazeretinizden dolayı sizi köylerinize bırakıyoruz. Fakat bizi unutmayınız. Ve bu alçak düşmandan korkmayınız ve elinizden geldiği kadar dağda bize muavenet etmeye çalışınız. Öldüğümüzü işittiğinizde ruhlarımıza birer fatiha okuyunuz. Ve ananıza ,babanıza ,çocuklarınıza bizden selem götürünüz. Vatanın kurtulması için çalışınız ve dua ediniz. Uğurlar olsun!...

 

Hepsi elimi öpmeye çalışıyor ve ağlayarak pişman oluyor. Ve bizi de ağlatıyorlardı. Bunları gönderdikten sonra etrafı sayarak 150 mevcuttan 110 kişi kalmıştık. Derhal kalanlara

 

-Sizler mert birer Türk ve Müslüman olduğunuzu ispat ettiniz. Şu kalan cephane ve silahları taksim ediniz. Bu silahlar erkeklere yakışır;Fakat bundan evvel de birer abdest alın ve öyle silah ve cephanelere el sürün;Çünkü bunlar mukaddes ve mübarektir. Dedim. Efrad abdest alırken bende yanımızda olan Mehmet Hocaya Kur’an-ı Kerime el koymak suretiyle etrafa birer birer şu mealde “Gavur öldüreceğime gavurdan başka bir şey düşünmeyeceğime,gavurları denize dökünceye kadar çalışacağıma ,harpten kaçmayacağıma,arkadaşlarıma ihanet etmeyeceğime bila sebep ahaliye zulüm ve tazyik göstermeyip,lutf ile muamele edeceğime ve hiç bir zaman gavura teslim olmayacağıma vallah ve billah yemin ettirmesini söyledim. Hoca bu yemin ile uğraşırken biz de Halil Efe ile Pehlivan Ağa’nın ve Hacı Vel’nin yanımızda olan ailelerine o civarda saklamaya çalışıyor ve bunun için Naim Bey le görüşüyorduk. Nihayet Pehlivan ile Halil Efenin ailelerini Çıkrıkçıya gönderdik ve aile belasından kurtulduk. Ondan sonra Müfrezeleri yeniden tensik ve tanzim için bir gün daha uğraşarak levazımatını ikmal ve 17 Ağustos 1921 Salı günü öğleye kadar orada ikamet ettikten ve İsmet Bey den bir mektup aldıktan sonra hareket ederek Demirci’nin Azizbey Köyü’ne geldik.20-30 haneden ibaret olan bu köyün insanları pek mükrimdir. Burada hacı Veli’nin ailelerini hafiyyen terk ettik. Tasfiye edilen efrat nazarında yükselmiş ve kendilerine karşı kalbimde büyük bir itimat hasıl olmuştu. Ve filhakika efrat pek iyi bir intizama girmişti.

 

18 Ağutos 1921 Çarşamba :Saat 9.da Azizbeyden hareket ve Tepe köyünden geçerek onda büyük kız ege ve orada iki yemlik arpa aldıktan sonra saat 1’de Pulluca karyesine gelerek geceyi burada geçirdik.

 

19 Ağutos 1921 Perşembe: Sabahleyin Pullucadan hareket ve Demirci’nin Danışmentler ,Minnetler köylerinden geçerek lazın Değirmenine gelinmiş ve burada İsmet Bey sorulmuş ise de maalesef bir haber alınamamıştı. Bunun üzerine Simav ovasını katederek Akdağ denilen azim silsileye geçilmesine kara verildi.